“Stockholm Sendromunun en büyük belirtilerinden biri, küçük bir iyilik için bile karşıdaki insana minnettar olmak..”
Evet, hastalık trajikomik görünse de artık kitlesel bir sendrom halini aldı. Aslında pandemi olduğu da söylenebilir.
Çağımız; toplumların, yüzyıllara dayanan medeniyetlerini imha eden, enva-i çeşit “….-izm”leri kendilerine takdim ederek ne idüğü belirsiz ideolojileri, sözde demokratik devlet kisvesi altında kendilerine dayatan liderleri, takriben yüz yıldır kurtarıcı olarak görmeye devam ediyor.
Aslında dünyada pek çok ülke bu parangaları ara ara yırtmayı, lider ve ideolojilerin putlaştırılmasını aşmayı başardı ve hümanistik anlayışlarla demokrasiye biraz daha yaklaştılar.
Fakat ne acıdır ki yüz yıldır içinden çıkamadığımız yetmiyor gibi, bu sendrom ülkemiz için, yakın dönemde level atlayarak bir tür pandemi şeklini aldı.
Sağlığa, ekonomiye, aileye, yani namusa, dahası hayata kasteden bunca mezalime rağmen, küçücük yahut sahte iyiliklere kanarak hala liderlerin kurtarıcılığı beklenmeye devam ediliyor.
Halbuki insan için, çalıştığından başkası yoktur.
Evet, işin bu boyutunu bir derece anlayabiliyoruz. Fakat kaderin bir remzi de insanların layık olduğu şekilde yönetilmesidir.
Halklar olarak biz, acaba cellatlarımızdan ne kadar farklıyız??
Şiddetin en kolay uygulanabildiği çocuklarla başlayalım:
Örneğin çocuklarımıza ‘onlara rağmen’ zorla dayattığımız mecburiyetler..
Mesela istemedikleri halde, bebeklikten itibaren zorla mekteplere yollamak..
Hiç ihtiyaç duymadıkları, talep etmedikleri, biz söylemesek haberlerinin bile olmadığı kurslarla onları zoraki “geliştirmek!”..
Şahsiyetlerini bizzat manipule etmemiz..
Örneğin, onların fıtratlarını keşfederek, bunu güçlendirmek yerine, içimizde kalmış heveslerimizi çocuklarımıza giyindirmek..
Çocuğun fıtrî ihtiyaçlarına uygun olanı değil de kendi kabullerimizi dayatmak..
Duygusal taleplerini cevapsız bırakmamız..
Onların derinden derine feryad eden hislerine, sağır kör dilsiz olmak..
Çoğu durumda haberimizin bile olmaması..
Belki de kendimizde o duygusal etkileşimin çoktan sönmüş olması..
Onlarla beraber ama onlardan çok uzak yaşamak.!
Kendi heveslerimiz ve zevklerimiz dışındaki, hayatın insanî boyutuna, diğergâmlık içeren ilişkilere bîgâne kalmamız.
Çocuklarımızı zorla ya da çaresiz bırakarak teslim ettiğimiz sistem onlara bir tür ihanet ve bir nevi cellatlık değil mi?
Zavallı çocuklar..!
Şefkat ve sevgi kisvesi altındayken bile doğrudan benliklerine saldırılan yegâne insan tabakası.!
“Şiddetin en baskın görüldüğü yer neresidir? sadece tek bir cevap!” denilse, açık ara birincilikle baskı, şiddet ve zorbalığın her türüne muhatab olan bîçareler.
Yetişkinlere karşıki davranış biçimimize gelecek olursak, elbette ki aile her türlü duygusal kazanımın birincil idman yeridir.
Çocuğuna bile taşınamayan duyguların bir yabancıya karşı taşınması zaten mümkün değil!
Bunca medeniyete rağmen, kendi gibi düşünmeyenlere karşı takınılan faşizan tavırlar ortada değil mi.
▫️En ufak meselelerde bile sürekli ayrışmak, bölünmek, parçalanmak..
▫️Birbirinin değerlerini hiçe saymak, hatta inkar etmek..
▫️Kafamızda ürettiğimiz basit hipotezlere bile din gibi taassup göstermek!
Cellat sadece satırla mı çalışır? Bu tavırlar celladın ‘medeniyet’ giymiş hali olabilir mi?
Dilin kemiği yoktur fakat bir vuruşta devirdiği adam çoktur.
İttihaddan dem vuran nice şahıslar o ittihadın önündeki birinci engeli teşkil ediyor. İttihad ve muhabbet lisandan değil kalpten ortaya çıkan bir davranış biçimi.! Ötekileştirerek değil birleştirerek inşa edilebilir.
İyisi mi kutuplaşmanın, ayrışmanın, inkarın, tekfirin değil de; ittihadın, birleşmenin, barışmanın, sevginin yollarını arayalım. Yoksa birleşmeyen yağmur damlaları gibi küreselci tsunamide yok olup gideceğiz.
Ezcümle; Cellatlar bir değil iki değil üç değil..
Sadece o değil, sen değil, ben değil.
Ayrıca zaman artık hızlı akıyor. Gelişim de ona paralel. Cellatlık mesleği de level atladı. Artık kurumsal bir yapıya da ulaştı. Bunlar dahi çok çeşitlendi.
Fakat bütün bunlardan en sinsi, en keskin ve en etkili çalışan cellada ‘okul’ diyoruz.
🔸Okul, çıktığı takriben yüz yıllık süreçten beri fıtratları manipüle ediyor.
🔸 Şimdiki insan türü o fabrikada üretildi ve benlikler orada giyotinden geçirildi.
🔸Her biri ayrı bir cevher olan fıtratlar orada iğdiş edildi.
🔸 Herbiri bir dünya inşa edebilecek zihinler orada formatlandı.
🔸 Hissiz, duyarsız, menfaatperest, rekabetçi medeni zombiler oradan etrafa saçıldı.
🔸 Okula entegre diplomalı memuriyet sistemiyle, emanetin teslim edilebileceği ‘ehil’lerin önü okul sayesinde kapatıldı.
🔸 Zanaat erbabının nesli okul zorbalığıyla tükendi.
🔸 İdeolojik saplantılı faşist zihniyetler orada doktrine edildi..
Elbette ki herkes için böyle olmayabilir. Fakat istisnalar kaideyi bozmaz.
Okul komplosunu çözmedikçe kalıcı bir çözüm üretmemiz mümkün değil.
Koskoca insan mahiyetinin manipülasyonu ve medeniyetin imhası rağmına, okulun var olduğu tevehhüm edilen küçücük faydaları için hali hazırdaki zorunlu okul sistemi meşru kabul edilemez.
İnsanın fıtrî gelişimini koruması ve geliştirebilmesi için kurumsal ve dogmatik yapıların manipülasyonundan uzak tutulması gerekmektedir.
Kurumsal yapılar, özgür kişiliğimizi kendine adapte etmek için değil, bizim şartlarımızda bize hizmet etmek için var olmalıdır.
Yaratılışından hürriyete aşık olan insan hiçbir kurumsal yapının zorunlu tekeline teslim edilemez.
Çocuklarımızdan başlayarak bireyselliği, farklılıkları, fıtratı manipüle etmeyen, eğitimin özgür, zorunlulukların minimize, hürriyetlerin maksimize olduğu bir medeniyet inşa etmeliyiz.
Ta ki her bir ferdi farklı bir dünya keyfiyetinde yaratılan insan, kainattaki sanatını mümkün olan en büyük çeşitlilikte ve en yüksek kemâlde izhar edebilsin. Böylece insanın yaratılışındaki sır tezahür edebilir.
Elhasıl; aslında bunca saplantı, taassup ve faşizan tavrımızla celladına değil de kendi mesleğine aşık insanlarız!
Cellat sevgisi, sadece edinilmiş davranış! Sıfatın zaruri neticesi.
Ya da yaşam standardımız olmuş bir fenomenin güce secde etmesi.
İyisi mi önce nefsimizdeki putu kırıp, kendimizi diğergâmlığa açalım.
Çocuklarımızdan başlayarak, fıtrata sevgi gösterelim.
Kendimizdeki despotluğa son verip insana ve fikre saygı duyalım.
Belki bu sayede, insan medeniyetinin küçük çaplı bir celladı olmaktan necat buluruz. Vesselam.