İslamiyet geldiğinde içtimai bir nizamın temellerini de getirdi.
Bunu en iyi yorumlayıp bir devlet sistematiği haline getiren, Türkler ve zirvesi Osmanlı oldu. Ahi teşkilatını bir düşünün. Kökleri Selçuklu zamanına dayanmakla beraber Osmanlıya da iyi bir dayanak teşkil etmiştir. İki şanlı devletin ekonomik yapılarını ahlak ve doğruluk temelinde şekillendirmişti.
Nitelikli bir çıraklık sistemiyle daha on yaşında mesleki eğitim başlatılır. Çocuk, esnafa büyük bir sorumlulukla teslim edilir, meslek adabı ve görgü kuralları öğretilirdi.
Dünyayı hayrette bırakacak şu âlî sistemden, gele gele ‘üniversite mezunu işsizler’ ve ‘nitelikli vasıfsızlık’ çağına girdik. Adap erkandan kaybettiklerimiz de cabası.
Keza, değer yargıları, inanç gelenekleri gibi toplumu bir arada tutan bağların kopması da diğer yan etkiler..
Süreç, dünyanın geri kalanında daha farklı işlemedi. Bin yıllık devlet gelenekleri, yeni ideolojileri dayatmak adına imha edildi. Toplumları bir arada tutan inanç bağları birer birer koparıldı.
Yeni ideolojileri dayatmanın çaresi, mümkün olan en erken yaşa eğitimin zorunlu olarak indirgenmesi oldu.
Küresel düzeydeki bunca faciaya rağmen sağ beyinlerini tamamen kaybetmeyen küçük bir insan topluluğu, acil bir çözüm arayışıyla ‘ev okulunu’ icad ettiler.
Ev Okulu, işte tam da böylesi, bireyselliğin ve değer yargılarının hiçe sayıldığı bir dönemde, insanların aile ve çocuklarının terbiyelerini, kendi inanç, kültür ve ailevi değerleri çerçevesinde verebilmesinin ya da verdikten sonra bozulmaktan kurtarabilmesinin yegâne çaresi olarak ortaya çıktı.
Ev okulunun manevi motivasyonu böylece kendini göstermekle birlikte aileler çocuklarının eğitim açısından geri kalmayabileceğini de keşfettiler.
Buna göre internet çağında bilgiye ulaşmanın kolaylığı büyük bir fırsattı. Eğitimin müthiş derecede niteliksizliği, sürecin en azından ilk dönemlerinin evde tamamlanabileceğini gösteriyordu. Ayrıca eğitimin, çoğu durumda hiçbir karşılığı da zaten yoktu.
Bu durumdan şöyle bir sonuç çıkıyor; Ev Okulu ihtiyacının -haklı olarak- ortaya çıkması, insanlık, eğitim ve demokrasi namına bir ayıp!
İşin aslı, nitelikli bir eğitim süreci evde tamamlanamaz. Çünkü eğitim sistemlerinin var oluş amacı, zaten kendi kendine ya da evde kazanılabileceklerin ötesine geçmek.
Fakat Ev Okulu, bu berbat sistemden kurtulmanın, en azından zararlarını def etmenin geçici bir çözümüdür.
Burada küçük bir dipnot; Eğitimin zorunluluğu meselesi ayrı bir konu. O başlı başına akıl dışı bir uygulama ve baştan sona bir komplonun icabı.
Bugünkü ilköğretim müfredatı, makul bir yaklaşımla evde rahatlıkla verilebilir. Bu da sistemin büyük başarılarından! biri daha işte. Sekiz yılda verebildiğin şey koskoca bir hiç. Kendi kendine ya da abi, abla ve aile fertlerinden öğrenilebilecek kadar basit teorik konular.
Fakat biz Ev Okulu yapsak bile eğitim noktasından yine zarardayız. Çünkü koskoca bir sekiz yıl ziyan oluyor. Çocuklarımızı uzman eğitimcilere teslim edelim desek sistem ona da tam olarak müsaade etmiyor.
Belli süreçleri belli zaman dilimlerine hapsetmiş. Hızlı gitmeye izin verilmiyor. Erken yaşlarda uzman yetiştirmek sistemsel olarak yasak!
Bu nazarla bakarsak örgün bir ilköğretim sürecine dahil olmanın pek bir anlamı yok. Kaybettirdiği şeyler birkaç sıra dağ azametinde. Kazandırdıklarıysa birkaç küçük çakıl taşından ibaret. O dahi alâ rivayetin!
Benim kanaatimce pek de bir şey verdiği yok. Fakat neler kaybettirdiğini anlamak isterseniz, John Taylor Gatto ya da Ivan Illich’e danışabilirsiniz.
Onların anlatabildikleri de işin sadece bir kısmı. Yoksa komplo çok daha büyük. Onlar gerçeklerin farkında oldukları için, ‘itibarsızlaştırma’ ya da ‘önemsiz edebiyatının’ başrolünde oynamayı hak ettiler..!
Asıl komployu anlayamayanlara gelince, zaten çözüme ulaşamayacaklarından sistem için bir tehdit oluşturmuyor.
Bu sebeplerden sistemsel bir çözüm üretmeye ihtiyacımız var. 16 yaşında baş hekimler yetiştirebileceğimiz, 26 yaşında dünyanın en genç profesörlerini çıkarabileceğimiz bir sistem. Bunun için konuyu yüzeysel bir romantizmle değil, hastalığın köklerine inen bir ameliyatla ele almalıyız.
Her ne ise.. Dönelim Ahi’ye..
İnsan anne babadan temel karakterini alır. Camiden veya şeyhten manevi irşadı alır. Ahi gibi teşkilatlardan da içtimai ahlakı alır. Görüleceği gibi tek bir merkez bizim olgunlaşmamız için yeterli değil.
Yani bizler sosyal varlıklarız. Evde tek başımıza nitelikli bir sonuca ulaşamayacağımız gibi, konuları birbirinden kopuk bir şekilde veren, hiçbir şeye bütüncül bir perspektiften bakamayan, ahlak ve değer yargıları olmayan bir sistemle de ulaşamayız.
Sosyal varlıklar olarak esas ihtiyaçlarımızı karşılayacak farklı sosyal topluluklara ihtiyacımız var.
Nitekim Avrupa ve Amerika’daki Ev okulcular kendi aralarında sosyal birliktelikler oluşturarak bu açığı kapatmaya çalışıyorlar.
Burada demokrasi ve insan haklarına bakan önemli noktalar var. Aileler çocuklarının doğal yapısına uygun öğrenim metotlarını, doğru zaman dilimlerini, ahlak yapılarına uygun toplulukları kendileri belirleyebiliyor…
Ayrıca zorunlu eğitimin memurlarına “Eğitim nedir?” diye sorduğumuzda, ‘çok kapsamlı olduğundan tek bir tanıma sığmayacağını’ söylerler.
Düşünün ki hiçbir ferdin haricinde kalamayacağı bir zorunlulukla, bütün insanlara dayatılan bir uygulamanın daha tanımı bile netleştirilmemiş. Bu da dünyanın dokuzuncu garabeti olsa gerek.
Zira herkesi, ama gerçek anlamda herkesi, bir şeyi yapmaya zorluyorsunuz fakat ne yapmaya çalıştığınızı kendiniz de bilmiyorsunuz.
Buna göre en evvel eğitim sürecinin ana teması olarak, sürekli bahsedilegelen, fakat hiç kimsenin buna hakkının olmadığı, ‘davranış değişikliği sağlamak’ gibi despotik amaçlarla teknik bilgi depolamak arasındaki farkı ayıralım.
Eğer amaç ideoloji aşılamaksa yetişen ‘Z kuşağının’ herhangi bir kesimin değerlerini taşımadığı ortada. Bu kadar zorlamanıza rağmen bütün çabalarınız boşa gitmiş görünüyor.
Yok eğer amaç teknik personel yetiştirmekse bu netice de ciddi seviyede şüpheli ya da beklenenin çok altında.
Sonuçta Eğitim, mevcuttaki gibi gayri milli ya da satanik ajandaların gerçeklenmesine hizmet eden argümanlardan oluştuğu sürece değer yargıları olan insanlar için ‘evde eğitim’ en ideal sığınak olacaktır.
Türkiye, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kendi halkına bu hakkı acilen tanımalıdır. Nesillerin ahlaki yozlaşmasına küçük de olsa bir çare sunacaktır.
Eğitim sisteminde bir güncelleme yapacaksak, eski çıraklık geleneğimizi şimdiki uzmanlığımızla birleştirmeliyiz. İdeolojik öğretileri de ailelerin kendi tercihlerine bırakmalıyız.
Bu yeni eğitim sürecini, tabuta benzeyen sıralara ömrümüzü defnederek değil, doğrudan reel karşılığı olan, üretimle ve hayatla iç içe olacak şekilde planlamalıyız. Zira gençliğin en dinamik çağı, teorik konularla pratik olarak imha ediliyor.
Elhasıl, Küresel hegamonyanın sürekli söyleyegeldiği ‘Geride Kimse Kalmasın!’ sloganının arka planında, ‘İleride Kimse Olmasın!’ anlamının yatıp yatmadığını sorgulayalım. Belki de asıl komplo budur! Vesselam.